Uluslararası örgütler bitirme tezi,
Uluslararası İlişkiler,
Uluslararası Yargı,
Siyaset Bilimi,
Ekonomi,
Ekonomi,
Hukuk,
Devlet Politikası,
Uluslararası Hukuk,
Uluslararası İşletmecilik
Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi,
Türkiye A-B İlişkileri,
Bölgesel Entegrasyon Teorileri,
TÜRKİYE EKONOMİSİ
DERS NOTLARI
Kısaca 1923 öncesinden, yani Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki ekonomi politikalarından bahsetmekte yarar vardır.
Osmanlı’da üretim büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Sanayi gelişememiş, buna karşılık özellikle ticaret, ulaştırma ve bankacılık gibi hizmet kesimleri İmparatorluğun son 50-60 yılında önemli sermaye birikimine konu olmuş, ancak bu kesimler de büyük ölçüde azınlık ve yabancı sermaye egemenliğindeydi.
Devlet, piyasada mal arzını bollaştırmak, üretimin kalitesini yükseltmek ve fiyatını düşük tutabilmek için üretim ve ticaret üzerinde sıkı şekilde yürütülen bir müdahaleciliği benimsemişti.
Osmanlı Devleti’nin son yılları sürekli savaşlarla geçince, zaten gelişmemiş olan ekonomi tam bir çözülme sürecine girmişti. Öte yandan, Kurtuluş Savaşı’nda da ülkedeki en verimli insan gücü cephelerde hayatlarını kaybetmişti. Dolayısıyla, Osmanlı Devleti’nden genç Türkiye Cumhuriyeti’ne kalan miras; yoksulluk, yerli sanayi olmamasından dolayı dışa bağımlılık, dış borç ve üretimin olmadığı bir ekonomi idi.
Uluslararası örgütler bitirme tezi,
Uluslararası İlişkiler,
Uluslararası Yargı,
Siyaset Bilimi,
Ekonomi,
Hukuk,
Devlet Politikası,
Uluslararası Hukuk,
Uluslararası İşletmecilik
Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi,
Türkiye A-B İlişkileri,
Bölgesel Entegrasyon Teorileri,
Güncel Uluslararası Sorunlar,
tez ödevleri,
1923 öncesi:
1856 Islahat Fermanıyla birlikte, Müslüman olmayanların koruyuculuğu Avrupa’ya geçti. Ekonomik alanda ticaret ve bankacılığın hepsi Rum ve Ermenilerin egemenliği altına girdi.
20 Kasım 1881’de Düyun-u Umumiye kuruldu. Böylece vergiler toplanarak dış borç, faizler ve amortismanlara ödenecekti.1912’de vergi gelirlerinin %31.5’i Düyun-u Umumiye ’ nin elindeydi.
“Tütün imal ve ticareti serbestti. Reji diye adlandırılan bir şirket kuruldu. Reji tütün alım fiyatlarını düşük tutup satış fiyatlarını yükseltince kaçak tütün ticaretini körüklemişti. Kaçakçılığa karşı kanun çıkarıldı.
Sanayide makineleşme özendirilmiş ve hammadde işlenmiştir. Yeni demiryolları, karayolları yapılmış ancak bunların kapsamı İstanbul ve İzmir’le sınırlı kalmıştır.
İşte Atatürk, ülkeyi böylesine karamsar bir tablonun içinden çıkartarak, her yönüyle çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurma girişimine kalkmıştır.
Türkiye’nin kalkınma politikası, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden, 17 Şubat 1923 yılında İzmir’de toplanan 1. Türkiye İktisat Kongresi’nde belirlenmiş ve kalkınmanın esas olarak piyasa ekonomisi içinde ve Türk girişimciler eliyle gerçekleştirilmesi kararı alınmıştır. Bu dönemde Sovyetler Birliği’nde sosyalist sistem uygulanmasına karşın, dünyada egemen ekonomik sistem piyasa ekonomisi olduğu için, Atatürk sosyalist sisteme itibar etmemiş ve piyasa sistemini esas almıştır.
İzmir İktisat Kongresi’nde Atatürk’ten sonra İktisat Vekili Mahmut Esat Bey konuşma yapmış ve izlenecek ekonomi politikasıyla ilgili olarak şunu söylemiştir: Biz ne bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler mektebine, ne de sosyalist, komünist, etatist veya himaye mekteplerine mensubuz. Bu açıklamaya göre yeni Türkiye hem devletin, hem de özel sektörün yer aldığı karma ekonomik yaklaşımı benimsemiştir. 1950’de Demokrat Parti iktidarıyla birlikte her ne kadar özel sektörün ekonomideki payı artmaya başlamışsa da, 1980’lere kadar karma ekonomi sistemi egemen bir yaklaşım olmuştur.
İzmir İktisat Kongresi’nin; genel olarak kalkınmacı, yerli ve yabancı sermayeyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin “milli” unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir korumacılığı öngören tezlerin ön plana çıktığı, İstanbul tüccarlarının başını çektiği ticaret burjuvazisinin ve toprak ağalarının egemen olduğu bir Kongre olduğu söylenebilir.
ATATÜRK DÖNEMİ
Atatürk, ülkenin ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve Türkiye’ye özgü bir ekonomik kalkınma stratejisi oluşturmuştur. Oluşturulan bu strateji; hürriyetleri koruyarak, ekonomik kalkınmada kamunun ilgisini dinamik bir yaklaşım içinde değerlendiren ve diğer sistemlerin aksaklıklarını giderici yönlerle dolu yepyeni bir sistemdir. Devlet katıksız bir liberal iktisat politikası yani ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ yanlısı olmayacak ama ekonomik yaşamın gereklerini bizzat üstlenip gerçekleştiren de olmayacaktır.
Atatürk’ün ekonomik politikasında amaç; hızlı ve dengeli bir ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmektir. Atatürk ileri görüşlülüğüyle, kısa zamanda ülkenin kalkınması ve gelişmiş ülkelerin seviyesine gelebilmesi için bir kalkınma planı yapmıştır. Atatürk’ün ‘Planlı Kalkınma Stratejisi’ politikası 1922 yılında görüşülmekteyken; gelişmiş batı ülkeleri bu kalkınma planını ancak II.Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirebilmişlerdir.
Atatürk, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce 1 Mart 1922’de TBMM’nin 3. Kalkınma Planı toplantısının açılış konuşmasında ekonomik kalkınma stratejisinin temel hedeflerini detaylı bir şekilde ortaya koymuştur. 1922–1938 yılları arasında geliştirilen bu ekonomik kalkınma stratejisinin temel hedefleri şunlardı:
- Tam çalışma,
- Hızlı ve dengeli sermaye tasarrufu,
- Dış ödemeler dengesi,
- Dengeli gelir dağılımı,
- Enflasyonsuz hızlı kalkınma,
- Bölgeler arası dengeli kalkınma,
- Özel teşebbüsün gelişmesi,
- Hızlı teknolojik gelişme için yabancı sermaye ile işbirliği.
Bu sekiz madde, gelişmiş, gelişmemiş ve günümüzdeki ülkelere yol gösterir niteliktedir.
Uluslararası örgütler bitirme tezi,
Uluslararası İlişkiler,
Uluslararası Yargı,
Siyaset Bilimi,
Ekonomi,
Hukuk,
Devlet Politikası,
Uluslararası Hukuk,
Uluslararası İşletmecilik
Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi,
Türkiye A-B İlişkileri,
Bölgesel Entegrasyon Teorileri,
Güncel Uluslararası Sorunlar,
tez ödevleri,
Buraya kadar Atatürk döneminin ekonomik kalkınma politikalarının genel bir özeti verildi. Ancak Atatürk dönemini yapısal değişiklik bakımından 1923–1929 ve 1930–1938 dönemleri olmak üzere iki döneme ayırarak incelemek daha doğru olur. Çünkü 1923-1929 döneminde yurt sanayisini ve ticaretini geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren, onu koruyan, mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik düzeni, yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturan ve kökleştiren bir politika hakimken; 1930-1938 döneminde devletçilik benimsenmiştir. Ancak Atatürkçü devletçilik, kamu hizmeti dışındaki ticari ve sanayi teşebbüslerinin pazar ekonomisi kuralları gereğince kurulup işletileceği ve günü gelince geniş bir mülkiyet zemini üzerinden özel kesime devredileceği, kalkınmada devlet öncülüğünü tanıyan bir pazar ekonomisidir. Atatürk zamanında özel teşebbüsü teşvik eden ve koruyan bir politikadan, devletçiliği benimseyerek, öncülük yapan bir politikaya geçilmesinin gerekçelerini de incelemek gerekir.
1923–1929 Dönemi
1923–1929 döneminde uygulanan iktisat politikaları, geçmiş dönemin devamı niteliğindedir. Devlet desteğiyle yerli ve milli burjuvazi yetiştirilmesini, kalkınmanın ve modernleşmenin temel mekanizması olarak gören yaklaşım, 1923 sonrasının iktisat politikalarına ve atmosferine tamamen damgasını vurmuştur. Bu kapsamda devlet tekelleri, sermayesini bile devlet yardımıyla oluşturmuş olan imtiyazlı özel şirketlere devredilmiştir. Peki, bu dönemde devlet neden ekonomiye müdahale ederek sanayi yatırımları yapmıştır? Çünkü henüz Türkiye’deki özel sektörün sermaye birikimi, sanayi tesislerini kurabilmek için yeterli olmadığı için devlet ekonomide aktif bir görev alarak hem teknolojik girdileri ithal etmiş ve büyük sanayi işletmelerini kurmuş, hem de özel sektörün sanayi yatırımları için öncülük yapmıştır. Böylece Türkiye’nin ilk kapitalistleri, devletçilik döneminin birincil ürünleri olarak devlet eliyle oluşturulmuştur.
Öyleyse, Cumhuriyetin kuruluşu ile devletin ekonomiye doğrudan katılımının temel amacının, ülkedeki kapitalistleşme sürecini hızlandırmak olduğu söylenebilir. Özel girişimciye kredi vermek amacıyla 1924 yılında Türkiye İş Bankası’nın kurulması, yukarıda söylenenleri doğrulayan bir örnektir. Birkaç örnek daha vererek konuyu açıklığa kavuşturalım. 1924 yılında TBMM’ye, hükümetin doğrudan doğruya veya özel kişilerle birlikte sanayi tesisleri kurmasıyla ilgili yasa tasarısı sunulmuş, ancak tasarı, Romanya’daki bir yasadan alındığı gerekçesiyle yasalaşamamıştır. Yani, devlet işletmeciliği reddedilmiştir. Daha sonra 1932 yılında Devlet Sanayi Ofisi kuruluş yasasının kabulü ile devletin doğrudan doğruya işletme kurabilmesinin yolu açılmıştır. Henüz yasanın çıkmasının üzerinden bir yıl geçmişti ki Devlet Sanayi Ofisi lağvedilmiş, yerine Sümerbank kurulmuştur.
Öte yandan, özel girişimi özendirmek amacıyla 1913 yılında Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından çıkartılmış olan Sanayi Teşvik Yasası, İzmir İktisat Kongresi’ndeki sanayi grubunun istekleri doğrultusunda değiştirilmiş ve 1927 yılında yeni bir Sanayi Teşvik Yasası kabul edilmiştir. Bu yasa 1913 yılında çıkartılmasına ve 1927 yılında da yenilenmesine rağmen, 1923-1929 döneminde sanayileşme konusunda bir ilerleme sağlanamamıştır.
Aslında, İngiltere’deki Sanayi Devrimi’nden sonra İngiltere ile diğer ülkeler arasındaki ekonomik göstergelerin giderek İngiltere lehine değişmesi sonucu, her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de sanayileşme –fabrika kurma- temel amaç haline gelmişti. Bu amaç Kongre’ye de yansımıştı. İzmir İktisat Kongresi’nde öncelikli kararların başında sanayileşme yer almaktaydı. Devlet sahip olduğu bütün olanakları seferber ederek sanayileşmeyi teşvik edecekti. Ancak bir yandan sanayileşme-fabrikalaşma- bilincinin cılızlığı ve yerli sermaye birikiminin yetersizliği, öte yandan Lozan Antlaşması sonucu gümrük vergilerinin 1913’teki düzeyde kalması gibi olumsuzluklar nedeniyle sanayileşme hamlesi gerçekleşememiştir. Sanayi tesislerinin 3-4 büyük ilde toplanması, üretimin küçük ölçekli tesislerde yapılması, yetersiz sermaye, ilkel üretim teknolojileri ve düşük verimlilik sorun olmaya devam etmiştir. Bunun yerine, sermaye sahipleri daha kârlı ve riski az olan ticaretle uğraşmayı tercih etmişlerdir. Kısaca, 1923-1929 döneminde piyasa ekonomisi uygulamalarıyla liberal çizgide ilerlenmesi, sanayileşme çabalarını başarısızlığa uğratarak, bu yönde atılan adımları boşa çıkartmıştır.
Uluslararası örgütler bitirme tezi,
Uluslararası İlişkiler,
Uluslararası Yargı,
Siyaset Bilimi,
Ekonomi,
Hukuk,
Devlet Politikası,
Uluslararası Hukuk,
Uluslararası İşletmecilik
Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi,
Türkiye A-B İlişkileri,
Bölgesel Entegrasyon Teorileri,
Güncel Uluslararası Sorunlar,
tez ödevleri,
1923-1929 döneminde Tarım Kredi Kooperatiflerinin kurulması, bazı ürünlerin devletçe satın alınması, örnek devlet çiftliklerinin kurulması ve orta dereceli ziraat okullarının açılması gibi girişimler tarımda politika değişikliğinin öncü göstergeleriydi. Kongredeki tarım grubunun isteği ile de 1928 yılında aşar vergisi kaldırılmıştır. Aşarın yerine dolaylı vergilerin yükseltilmesiyle esas olarak kentli kesimden tarım kesimine bir gelir aktarımı gerçekleştirilmiştir. Ancak bütün bu girişimlere rağmen söz konusu dönemde tarımda gerek miktar, gerekse verimlilik artışı gerçekleştirilememiştir. Nedenlerine gelince; ilkin, çalışma çağındaki genç nüfusun cephelerde kırılması, Batı Anadolu’nun işgali sonucu topraklardan göç eden, varlıkları ellerinden alınan, üretim araçları tahrip edilen köylülerin üretemez hale gelmesi, tarım kesimini olumsuz etkilemiştir.
İkinci olarak, arazi mülkiyetinin dağılımındaki eşitsizlikler, kırsal kesimdeki iktisadi ve sosyal bakımdan güçlü ailelerin bazı bölgelerde işlenebilir fakat işlenmeyen araziler üstündeki efektif denetimleri ve birçok fakir köylü ailesinin ekilebilir boş araziye ulaşma imkanları olsa da, bir çift hayvana sahip olamadıkları için araziyi işleyememeleri nedeniyle ülkedeki toplam tarımsal hasıla, maksimum düzeyin altında kalmıştır.
Üçüncüsü, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sonrasında Türkiye’de yaşayan Ermeni nüfusun göç etmesi ve Lozan Antlaşması’yla Rum ve Türklerin mübadelesi sonucu boşta kalan topraklar haksız yollarla sahiplenilmiş, böylece kırsal kesim büyük toprak sahipleri ve topraksız ya da çok küçük bir toprak parçasına sahip köylüler olmak üzere dengesiz bir biçimde şekillenmiştir. Bu dengesizlik verimliliği olumsuz etkilemiştir, çünkü toprak ağalarının verimliliği ve kazançlarını artırma gibi bir sorunları yoktu, küçük toprak sahiplerinin ise makineleşme, sulama, gübre kullanımı gibi girdiler için maddi imkanları yetersizdi. Ne yazık ki hükümetler, toprak ağaları karşısında gerekli cesareti gösterememişler, gereken kararları (toprak mülkiyeti reformu) alamamışlar, İzmir İktisat Kongresi’nde de toprak ağalarının isteklerini kabul etmek zorunda kalmışlardır.
25 Haziran 1927’de çıkarılan bir yasayla, ekonomi politikasının belirlenmesine katkıda bulunmak, devletçe alınan iktisadi tedbirler arasında koordinasyon sağlamak gibi fonksiyonları yerine getirecek ‘Ali İktisat Meclisi’ oluşturulmuştur.
Bir ülkenin kalkınmasında en önemli girdi olan ve beşeri sermaye olarak nitelendirilen insan unsuru da ne yazık ki Cumhuriyetin kuruluşunda ekonomiye katkıda bulunacak niteliklere sahip olmaktan uzaktı. 1923-1929 dönemi Türkiye’sinin sahip olduğu insan gücünün nicel ve nitel durumu hakkında şu saptamalar yapılabilir:
Uluslararası örgütler bitirme tezi,
Uluslararası İlişkiler,
Uluslararası Yargı,
Siyaset Bilimi,
Ekonomi,
Hukuk,
Devlet Politikası,
Uluslararası Hukuk,
Uluslararası İşletmecilik
Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi,
Türkiye A-B İlişkileri,
Bölgesel Entegrasyon Teorileri,
Güncel Uluslararası Sorunlar,
tez ödevleri,
a) Türkiye 1910-1923 yılları arasında önemli bir nüfus kaybına uğramıştır. Bunun nedeni, aynı dönem içerisinde yitirilen Osmanlı toprakları olduğu gibi savaş kayıpları ve dışa yönelik göçlerdir.
b) Göçler, nüfusun nicel ve nitel değişimini ortaya çıkartmıştır. Rumeli’den Anadolu’ya yönelik göçler, Lozan’da kabul edilen Türk ve Rumların karşılıklı değişimiyle hızlanmıştır. Bunun yanı sıra I. Dünya Savaşı sırasında Anadolu’daki Ermeni azınlığın göçü (tehcir), Batı Anadolu’daki Rumların Yunanistan’a gönderilmesi, Anadolu’nun tüm azınlıklarının yitirilmesi sonucunu getirmiştir. Yaşadıkları yörelerde ticaret erbabı, zanaatkâr olarak ekonomik bakımdan önemli bir yer tutan bu insanların gitmesi, deneyimli ve üretici bir işgücünün yitirilmesi demekti. Dolayısıyla, Cumhuriyet dönemi kalkınma hareketine önemli bir nitelikli işgücü kaybıyla başlamıştır.
Nüfusun sağlık ve eğitim bakımından da yeterli düzeyde olmaması, bir başka önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülke genelinde okuryazar oranı % 20’nin altındaydı. Doğuşta yaşama umudu ise sadece 32 yıldır. Bu veriler en önemli üretim faktörü olan insan gücü bakımından Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun ne kadar vahim olduğunu göstermektedir.
Uluslararası örgütler bitirme tezi,
Uluslararası İlişkiler,
Uluslararası Yargı,
Siyaset Bilimi,
Ekonomi,
Hukuk,
Devlet Politikası,
Uluslararası Hukuk,
Uluslararası İşletmecilik
Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi,
Türkiye A-B İlişkileri,
Bölgesel Entegrasyon Teorileri,
Güncel Uluslararası Sorunlar,
tez ödevleri,
Yanıt yok