finansal analiz eğitimi, Uluslararası Hukuk, Uluslararası İşletmecilik Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi, Türkiye A-B İlişkileri, Bölgesel Entegrasyon Teorileri, Güncel Uluslararası Sorunlar, tez ödevleri, iktisat bölümü tez konuları, iktisat tez, bitirme tezi, “bitirme tezi, bitirme tezi, bitirme projesi, bitirme projesi, Devlet Politikası, fınans yatırım, finansal analiz ders notları, İşletme, İktisat, aöf para teorisi ve politikası, para teorisi ve politikası çıkmış sorular, para teorisi ve politikası ders notları, para teorisi ve politikası soruları, açık öğretim çıkmış sorular,
KALKINMA İÇİN GEREKLİ FİNANSMAN İHTİYACININ BÜYÜKLÜĞÜ
Gelişmekte olan ülkeler için kalkınma, bir bakıma sermaye birikimini artırmak demektir. Ancak kalkınmayı yalnızca sermaye birikimine bağlamak aşırı bir basitleştirme olacaktır. Çünkü sermaye birikiminin yanında teknolojik gelişme, girişimcilik ruhuna sahip yeterli sayıda vasıflı girişimcinin varlığı, beşeri sermayenin niteliği, doğal kaynaklar ile sosyal, siyasi, dini, kültürel, coğrafi, vb. unsurların da kalkınma üzerinde etkili olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bununla beraber tüm bu unsurların kalkınmayı pozitif yönde değiştirebilmesi netice itibariyle sermaye birikimine dayandığı için sermaye birikimi kalkınmanın vazgeçilmez unsuru olarak kabul edilmektedir (Han, 1999:73).
Kalkınmanın finansmanında ne büyüklükte bir kaynağa ihtiyaç duyulacağı cevaplandırılması gereken önemli bir sorudur. Bu büyüklük ülkeden ülkeye farklılık gösterebileceği gibi, ülke içerisinde dönemden dönemde farklılık gösterebilmektedir. Kalkınma için gerekli finansman ihtiyacının büyüklüğünü belirleyen temel unsur, ülkenin kendisine hedef seçtiği kalkınma hızıdır. Bu kalkınma hızını yakalayabilmek için kalkınmayı finanse edecek potansiyel iç ve dış tasarrufların büyüklüğü önem taşımaktadır.
finansal analiz eğitimi, Uluslararası Hukuk, Uluslararası İşletmecilik Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi, Türkiye A-B İlişkileri, Bölgesel Entegrasyon Teorileri, Güncel Uluslararası Sorunlar, tez ödevleri, iktisat bölümü tez konuları, iktisat tez, bitirme tezi, “bitirme tezi, bitirme tezi, bitirme projesi, bitirme projesi, Devlet Politikası, fınans yatırım, finansal analiz ders notları, İşletme, İktisat, aöf para teorisi ve politikası, para teorisi ve politikası çıkmış sorular, para teorisi ve politikası ders notları, para teorisi ve politikası soruları, açık öğretim çıkmış sorular,
Kalkınmanın, büyüme kavramından farkı göz ardı edilmeksizin kalkınma amacına yönelik bir süreç içerisinde reel milli gelirin (Y) dönemden döneme (örneğin yıldan yıla) gösterdiği değişme, kalkınma hızı olarak ele alınırsa bu hızı gerçekleştirmek için gerekli finansmanın büyüklüğü de rahatlıkla hesaplanabilir.
Kalkınma Hızı, g = Yt – Yt–1 / Yt-1
Burada ‘g’ brüt kalkınma hızını göstermektedir. Net kalkınma hızını bulabilmek için ya yukarıdaki ‘g’ değerinden ülkenin nüfus artışı düşülmeli yada kalkınma hızının hesaplanmasında doğrudan kişi başına gelirdeki değişme dikkate alınmalıdır.
Bir ekonomideki büyüme oranı, milli gelirin bir oranı olarak tasarrufların (S / Y) Sermaye hasıla katsayısına (C / O) eşittir. Bu eşitlik
g = S / Y : C / O
şeklinde formüle edilebilir. Burada S / Y milli gelirin bir oranı olarak tasarrufları (ortalama tasarruf eğilimini), C/O ise, sermaye-hasıla katsayısını göstermektedir. Örneğin yıllık %6’lik bir kalkınma hızını hedefleyen ve sermaye-hasıla katsayısının 3.5 olduğu bir gelişmekte olan ülke ekonomisinde yapılması gereken ortalama tasarruf oranı, 6/100×3.5 yani %21 olacaktır. Bunun anlamı söz konusu ülkenin %6’lık bir kalkınma hızını yakalayabilmek için milli gelirinin %21 ‘ini tasarrufa yönlendirmesi gerektiğidir. Ülkenin yurtiçi tasarruf oranı, % 16 ise, %21 ile % 16 arasındaki farkı dış kaynaklardan finanse etmesi gerekmektedir.
Bilindiği gibi kalkınma hem nicel, hem de nitel yönü bulunan bir kavramdır. Dolayısıyla kalkınma kavramını nicel veya nitel yönlerinden yalnızca biriyle açıklamaya çalışmak eksik bir değerlendirme olacaktır. Kalkınma açısından çok büyük öneme sahip yapısal değişmeyi tek bir rakama indirgemek gerçekçi olmayacaktır. Örneğin kalkınma sürecinde ülkede her 100 kişiye düşen araba sayısı artarken, arabanın kalitesi de artmaktadır. Bununla beraber kalkınmayı artan araba sayısına indirgemek, yani sadece nicel’ yönünü dikkate almak yanıltıcı olacaktır.
Kalkınma hızını son yıllara kadar ekonomik büyüme rakamları ile takip etmek eksik de olsa kabul gören bir yöntem idi. Günümüzde istatistiksel bilgilerin çeşitlendirilerek, gerek ülkeler gerekse uluslararası kuruluşlar tarafından düzenli olarak derlenmesi kalkınmayı nitel yönüyle de analiz etme olanağı sunmaktadır. Bu amaçla kullanılan önemli istatistiksel verilerden birisi Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) her yıl düzenli olarak yayınladığı Beşeri Kalkınma indeksi (Human Development Index)’ dir.
KALKINMANIN FİNANSMAN KAYNAKLARI
Kalkınmanın finansman kaynaklarını iç ve dış olmak üzere iki ana başlık altında toplamak mümkündür. iç finansman kaynakları, ülke içindeki iktisadi aktörlerin tasarruflarından oluşurken; dış finansman kaynakları diğer ülke iktisadi aktörlerinin tasarruflarından oluşmaktadır. İktisadi aktörlerin gelirlerinden, tüketimden kısarak yaptıkları bu tasarruflar bazen gönüllülük esasına bazen de zorunluluk esasına dayanmaktadır.
Kalkınmanın iç Finansman Kaynakları
Gelişmekte olan ülkelerde iç tasarrufların yeterli düzeyde olmaması, sermaye birikimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu ülkelerde sermaye birikiminin iç kaynaklarla artırılması ancak tasarrufların artırılması ile mümkündür. Tasarrufları artırmak için ise tüketimi kısmak ya da geliri artırmak gerekir. Çünkü gelir (Y), tüketim (C) ile tasarrufların (S) toplamına eşittir. Matematiksel özdeşlikle Y= C+S’dir veya S = Y-C’dir. Buna göre S’nin artması, Y’nin artmasına ve/veya C’nin azalmasına bağlıdır.
Tüketimi kısmadan tasarrufların artırılabilmesi için gelirin artırılması gerekir. Bunun için örneğin atıl durumda bulunan üretim faktörlerinin, özellikle de emeğin tam istihdamı sağlanabilir; iktisadi aktörlerin reel ekonomi için sermaye birikimine katkı sağlamayan geleneksel tasarruf alışkanlıklarının değiştirilmesi yönünde adımlar atılabilir. Bunun için altın, gümüş gibi değerli madenler satın almak, döviz biriktirmek, gayrimenkul almak yerine genelde tasarrufları ekonomiye, özelde de bankacılık sistemine veya sermaye piyasasına kazandırma yönünde özendirici tedbirler alınabilir.
Kalkınmanın iç finansman kaynakları vergiler, sermaye piyasası, iç borçlanma, gönüllü bireysel ve kurumsal tasarruflar ile enflasyon yoluyla sağlanan gelirlerden, yani enflasyonist finansmandan oluşmaktadır. İç finansman kaynakları, iktisadi aktörlerin rızasına bağlı olup olmamasına göre gönüllülük veya zorunluluk unsuru taşımaktadırlar. Zorunluluk unsuru taşıyan iç finansman kaynaklarının başında vergiler gelmektedir. İç borçlar ise demokratik toplumlarda genellikle gönüllülük esasına dayanmaktadır. Bununla beraber iç borçlanma olağanüstü dönemlerde nadiren de olsa zorunluluk unsuru taşıyabilmektedirler. Kalkınmanın iç finansman kaynaklarından enflasyonist finansman da bir anlamda zorunluluk unsuru taşımaktadır. Sermaye piyasası ise gönüllülük esasına dayanır. Aşağıda sırasıyla kalkınmanın iç finansman kaynakları ayrıntılı bir biçimde incelenmektedir.
finansal analiz eğitimi, Uluslararası Hukuk, Uluslararası İşletmecilik Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi, Türkiye A-B İlişkileri, Bölgesel Entegrasyon Teorileri, Güncel Uluslararası Sorunlar, tez ödevleri, iktisat bölümü tez konuları, iktisat tez, bitirme tezi, “bitirme tezi, bitirme tezi, bitirme projesi, bitirme projesi, Devlet Politikası, fınans yatırım, finansal analiz ders notları, İşletme, İktisat, aöf para teorisi ve politikası, para teorisi ve politikası çıkmış sorular, para teorisi ve politikası ders notları, para teorisi ve politikası soruları, açık öğretim çıkmış sorular,
Vergiler
Vergiler, kalkınmanın en temel finansman kaynağıdır. Literatürde zaman zaman zorunlu tasarruf olarak da adlandırılan vergiler, kamu harcamalarını finanse etmek amacıyla devletin hükümranlık gücüne dayanarak gerçek ve tüzel kişilerden cebren ve karşılıksız olarak tahsil ettiği ekonomik değerler şeklinde tanımlanabilir.
Klasik görüşe göre vergi politikasının sosyal amaçlarından biri olan vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ile kalkınmayı sağlama amacı çelişmektedir. Dolaylı vergiler tüketimi azaltarak, tasarrufları teşvik etmesi ve dolayısıyla kalkınmanın finansmanının sağlanması bakımından önemli olmasına karşın, bu tür vergiler gayri-adil olarak kabul edilmektedir. Öte yandan adil olduğu kabul edilen artan oranlı dolaysız vergilerin yatırımların finansmanı için gerekli tasarrufları ve dolayısıyla kalkınmayı olumsuz yönde etkilemesi söz konusudur.
Klasik vergileme prensiplerine göre bir vergi sisteminin sahip olması gereken özellikler şunlardır (Savaş, 1999a:101): (i) Eşitlik; literatürde genel olarak üç farklı eşitlik kavramı benimsenmiştir. Dikey eşitlik gelirleri ve servetleri yüksek olan mükelleflerin, düşük olanlara oranla daha fazla vergi ödemesini ifade eder. Yatay eşitlik ise gelir ve servet açısından aynı durumda olan mükelleflerin aynı şekilde vergilendirilmesidir (Brown ve Jackson, 1990; CulIis ve Jones, 1998). Spicer ve Lundstedt (1976) bir diğer eşitlik olan mübadele eşitliğinde mükellefin kamusal mal ve hizmetlerden elde ettiği fayda ile ödediği vergi miktarını karşılaştırdığını belirtmektedir. (ii) Açıklık, verginin daha önceden belirlenen kurallara göre tahsil edilmesidir. (iii) Uygunluk, vergilerin mükellefin ödeme gücü bakımından en uygun olduğu zamanda alınmasıdır. (iv) Tasarruf ise vergi toplama maliyetlerinin en aza indirilmesidir. Genel kabul görmüş bu prensiplerden başka vergi sistemlerinin ülkelerin ihtiyaçlarına göre belli amaçları gerçekleştirmek için sahip olması gereken başka prensipleri de bulunabilir.
Vergilerin temel amacı, kamu harcamalarını karşılamak için kaynak yaratmaktır (Burgess ve Stern, 1993). Bunun’ yanı sıra, hükümetler vergi sistemlerini kullanarak çok farklı amaçlar gerçekleştirmek isteyebilirler. Bunlardan bazıları; gelir dağılımının yeniden düzenlenmesi, ekonomik istikrarın sağlanması ve ekonomik büyümenin teşvik edilmesidir. Farklı ülkeler ekonomik çevre ve siyasi bakışın etkisiyle bu amaçlardan bazılarına daha fazla önem vermiş ve bunun doğal sonucu olarak da birbirinden farklı vergi sistemleri ortaya çıkmıştır (GemınelI, 1987). Burada esas itibariyle bizi ilgilendiren konu, vergilerin kalkınmanın finansmanında etkin kullanımıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde kalkınmanın finansmanında vergiler çok önemli bir yer tutmaktadır. Bununla beraber bu ülkelerde vergilerin uygulanmasını zorlaştırıcı bazı ekonomik, sosyal, siyasi ve psikolojik faktörler bulunmaktadır. Bu konu hakkında Türk (2003:307-308) görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
Gelişmekte olan ekonomilerde kişi başına gelir gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşüktür. Bu durum tasarruf, sermaye ve tüketimin de düşük olmasına neden olmaktadır.
Vergileri arttırarak kalkınmayı finanse etmeye çalışmak, tasarrufların ve dolayısıyla yatırımların azalmasına yol açarak iktisadi bakımdan sakıncalı sonuçlar doğurabilir.
finansal analiz eğitimi, Uluslararası Hukuk, Uluslararası İşletmecilik Uluslarası İlişkiler Bitirme Tezi, Türkiye A-B İlişkileri, Bölgesel Entegrasyon Teorileri, Güncel Uluslararası Sorunlar, tez ödevleri, iktisat bölümü tez konuları, iktisat tez, bitirme tezi, “bitirme tezi, bitirme tezi, bitirme projesi, bitirme projesi, Devlet Politikası, fınans yatırım, finansal analiz ders notları, İşletme, İktisat, aöf para teorisi ve politikası, para teorisi ve politikası çıkmış sorular, para teorisi ve politikası ders notları, para teorisi ve politikası soruları, açık öğretim çıkmış sorular,
Gelişmekte olan ülkelerde para ekonomisi tam olarak yerleşmemiştir.
Gelişmekte olan ülke ekonomilerinde kurumsallaşan büyük işletmelerin sayısı çok az olduğu için kayıt, defter ve belge düzeni yeterince yerleşmemiştir.
Vergiler hem düşük gelirli bireyleri, hem de mali iktidar sahiplerini hedef alacağı için politik engeller vergi direncini arttıracaktır.
Dolaysız vergilerin arttırılması gelişmekte olan ülkelerde bu vergilerin ana ödeyicileri olan memur ve işçilerin tepkisine yol açacaktır. Öte yandan gelişmekte olan ülkelerde nispi bir ağırlığı bulunan dolaylı vergilere yönelindiğinde, tersine artan oranlı olduğu düşünülen bu vergiler vatandaşların tepkisine yol açacaktır.
Türk (2003:308) vergilerin kalkınmadaki önemini şu cümle ile ifade etmektedir: tercih kalkınabilmekle kalkınmamak arasında olduğu ve tercih kalkınma lehine kullanıldığı vakit, vergiden başka başvurulacak bir mali kaynak yoktur’. Türk (2003) kalkınma konusundaki görüşlerini devletin sosyal sabit sermayeyi oluşturup, öncü iktisadi girişimler ve ağır endüstriler kurup kalkınmayı sağlayacak faaliyetleri özendirmesi gerektiği ifadeleriyle sürdürmektedir. Buna göre ekonomik faaliyetler düzenlenmeli ve kalkınmaya engel teşkil eden faaliyetler kısıtlanarak tasarrufların teşvik edilmesinde vergi politikaları kullanılmalıdır.
Tanzi ve Zee (2000:3) ise gelişmekte olan ülkelerin özellikleri ile bu ülkelerin vergilemede karşılaştıkları güçlükleri’ şu şekilde özetlemektedir: Tarım sektörünün toplam üretim ve işgücü içindeki payı diğer sektörlerle karşılaştırıldığında oldukça yüksektir. Diğer taraftan kayıt dışı ekonominin milli gelire oranı ve kayıt dışı faaliyet gösterenlerin sayısı da oldukça fazladır. Bu ülke ekonomilerinde küçük ölçekli işletmeler yaygındır ve ücretlerin toplam milli gelir içindeki payı düşüktür. Tüketim harcamalarının çok düşük bir oranı büyük ve modem işletmelerde gerçekleşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin yukarıda belirtilen bu ve benzeri özellikleri gelir ve katma değer vergisi (KDV) gibi modem vergilerin bu ülkelerde etkin bir şekilde uygulanmasını güçleştirmektedir. Dolayısıyla, bu ülke ekonomilerinde yüksek vergi seviyesine ulaşmak oldukça zordur. Hem belirtilen ekonomik yapı, hem de düşük eğitim ve beşeri sermaye yüzünden bu ülkelerde etkin bir vergi idaresi oluşturulamamaktadır.
Büyüme Teorileri ve Vergi Politikası
Solow (1956) ve Swan (1956) tarafından geliştirilen Neoklasik büyüme teorilerine göre uzun dönemli büyüme, modele dışsal (exogenous) olarak kabul edilen faktörler tarafından belirlenecek ve mali politikalardan etkilenmeyecektir. Mali politikalar uzun dönemde büyüme etkisi değil, düzey etkisi (level effect) oluşturacaktır. Yeni içsel büyüme modelleri ise mali politikaların ve özellikle vergilerin, pozitif dışsallıklar, araştırma geliştirme harcamaları (AR-GE), ölçeğe göre artan getiri gibi faktörleri teşvik etmek suretiyle uzun dönemli büyüme etkisi oluşturabileceğini ortaya koymaktadır (Ateş, 2001:5). Bu modellerde, örneğin ekonomideki dolaysız vergi oranlarının arttırılması fiziksel ve beşeri sermaye üzerinde olumsuz bir etki yaparak uzun dönemli büyüme oranlarını azaltacaktır.
Kaynak: Sami Taban ve Muhsin Kar’ın (2003) “Kalkınma Ekonomisi Seçme Konular” (Bursa: Ekin Yayınevi) adlı edit kitabından alınmıştır.