kamu yönetimi, siyaset bilimi, Avrupa Birliği İlişkileri, Uluslararası İktisat, Türk Dış Politikası, Yönetim Bilimi, İnsan Hakları ve Demokrasi, güç kompanzasyonu, dış mimari örnekleri, kentsel tasarim, büyük konut projeleri, ekonomik konut projeleri, konut mimari projeleri, iç mimar çalışmaları, iç mimari projeler, mimari konut projeleri, mimar projeleri, mımarı projeler, mimarlık projeleri, iç mimar projeleri, mimarlık yarışmaları, ütopya mimarlık, peyzaj mimarı,
Enflasyonun temel mekanizmaları, tarihi bir perspektif içinde Türkiye’de günümüze kadar olan gelişmelerin özeti.
Enflasyon genel fiyat seviyesindeki artış, ölçüsü TÜFE ve TEFE. Fiyat seviyesindeki artış neye kıyasla? Kullandığımız para birimine oranla.
Banknotlardan önce para altın, gümüş, bakır gibi kıymetli metallerden yapılıyordu. Tarih içinde, dünyada yeni altın ve gümüş madenlerinin keşfedildiği dönemlerde bu metaller ve bunlardan yapılan paralar cinsinden bir fiyat enflasyonu görüyoruz
Yani başka bir açıdan parayı herhangi bir mal olarak düşünün – bunun arzı artarsa fiyatı düşer. Paranın fiyatının düşmesi de – paraya kıyasla diğer mal ve hizmetlerin fiyatının artması demek
Cumhuriyet’ten önce, Osmanlı döneminde enflasyonun hızlandığı dönemler vardı. Paranın içindeki gümüş oranı düşürülüp daha fazla para basıldığı dönemlerde enflasyon artıyordu – Bu konuda Prof. Şevket Pamuk’un kitabını tavsiye ederiz. Şevket Pamuk paranın içindeki gümüş miktarını hesaplayarak fiyat seviyesine bakıyor, bu seviye hayli sabit – daha doğrusu diğer Akdeniz ülkeleriyle aynı seyrediyor. Yani enflasyon büyük ölçüde gümüş miktarını düşürerek piyasaya daha fazla para sürülmesiyle ortaya çıkıyor.
Peki Osmanlılar bunu niye yapıyorlardı diyeceksiniz. Cevap gayet basit. Devletin geliri giderini karşılayamadığı – genellikle savaş harcamaları olan – dönemlerde oluşan bütçe açığı ek para arzıyla karşılanıyordu. Bu tabii sadece Osmanlılara mahsus değildi.
Kağıt paranın ortaya çıkmasıyla durum bir bakıma kolaylaştı. Banknotların basım maliyeti üzerinde yazan rakama kıyasla çok düşük. Böylece Devlet dilediği kadar parayı basar piyasaya sürer. (Tabii bu arada sahte para basan kalpazanlara çok ağır cezalar vermek durumunda.)
İlk zamanlar Devletler kasalarındaki altın rezervlerine orantılı bir miktarda banknot basıyorlardı. Sonradan anlaşıldı ki paranın değerini esas tayin eden kasadaki altın değil, piyasaya sürülen paranın miktarı. Yani banknotları Devlet kasasındaki altın miktarı ile orantılı tutmanın esas işlevi piyasaya sürülen paranın miktarını kısıtlamak. Ekonomiyi çevirebilmek için belli miktarda para lazım. Ülkedeki toplam üretimi genel fiyat seviyesinden değerlendirirsek ve paranın elden ele dolaşım hızını sabit tutarsak, belirli bir miktar para stoku lazım.
P*Y = M*V
Üretim (Y) artmadan bu para stokunu (M) artırırsak, paranın el değiştirme hızı (V) sabitse, fiyat seviyesi (P) yükselir – yani enflasyon meydana gelir. Başka değişle paranın fiyatı düşer.
Modern ve bağımsız – otonom – bir merkez bankasının asli görevi fiyat istikrarını korumak. Bu kapsamda para arzını kontrol altında tutacak. Hazine, yani Devlet bana para bas ver ben harcayım dediği vakit – hayır – git sen harcamanı düşür yahut vergini arttır bütçeni öyle denkleştir – yapamıyorsan git piyasadan borçlan neticelerine de katlan diyecek.
Cumhuriyetin ilanından itibaren Türkiye sıkı bir maliye ve para politikası izliyordu. Yani Devlet bütçesi pek açık vermiyor ve para basarak finansman yolu zorlanmıyordu. Neticede II. Dünya savaşına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin enflasyon problemi yoktu. Savaş yıllarında, allak bullak olan dünya ekonomisi Türkiye’yi de etkiledi ve ithal mallarındaki kıtlıklar neticesi yüksek bir enflasyon yaşandı. Savaş sonrası durum normale döndü. 1950-51 yıllarında enflasyon eksi yani negatifti.
1950li yıllarda Türkiye çok partili demokrasinin getirdiği hürriyetlerin yanısıra popülist politikalardan nasibini aldı. Devletin harcama furyası para basılarak finanse edilince 1954 de iki haneli enflasyona geçildi ve 1959′da enflasyon % 25′i aştı.
1960 müdahelesi bir rejim değişikliği ile bu süreci durdurdu. Devlet Planlama Teşkilatının kurulduğu, 5 yıllık kalkınma planlarının ciddiye alındığı bu dönemde ekonomi daha dengeli ve nisbeten daha hesaplı yürütüldü. 1970 yılına kadar enflasyon tek haneli olarak seyretti. Yalnız bunun yanıltıcı bir yönü de vardı. Bütçe açıkları yine para basarak finanse ediliyordu. KİT’ler tarafından üretilen malların fiyatları suni olarak düşük tutuluyor, KİT’lerin zararları bütçeye yansıyordu. Enflasyonist süreç yine alevlenmişti. İthal ikamesi yoluyla sanayileşme ithalatın kotalara tabii, döviz kurunun ise düşük tutulmasını içeriyordu. İhracatın yok denecek bir düzeyde olması, ekonomik büyümenin hızlandığı dönemlerde döviz rezervinin erimesine ve ülkede kıtlıklara yol açıyordu. 1971de politik sürece yeniden bir müdahele yaşandı. Saklı tutulan enflasyon ve baskı altındaki döviz kuru ayarlandı. Enflasyon artık iki haneliydi.
1973′te petrol fiyatları dört misli arrttı. Buna ilaveten Kıbrıs’a müdahele etme zorunluluğu Türkiye’ye önemli bir maliyet getirdi. Bu şokları tüketim ve yatırımından kısmadan, iç tasarrufu arttırmadan atlatmaya çalışan Türkiye 1979 gelinince zamanın deyimiyle “5 sente muhtaçtı”. Enflasyon patlayarak % 60 ‘ı geçmişti. Ama bu dahi gerçeği saklıyordu. Benzincilerde, tüpgazcılarda kuyruklar oluşmuştu.
Böylece gelindi 1980 liberalizasyon kararlarına ve politik sistem bunu sırtlayamayınca rejime yapılan müdaheleye. 24 Ocak 1980 kararları fiyatlar, döviz kuru, ithalat ve nihayet faizi piyasa koşullarına bırakan süreci başlattı. Serbest bırakılan fiyatlar ilk yıl % yüzü aştı, sonra % 30-40 düzeyinde bir platoya oturdu.
Türkiye 1970′lerde yapmaya direndiği kemer sıkma politikasını gerçekleştiriyordu. Uluslararası konjönktür açısından şanslıydı. 1980′lerin ilk borç batağına düşen ülke olunca ve dış borçların bir kısmının üzeri çizildi. Latin Amerika ülkelerinin çoğu aynı duruma birkaç sene sonra hep birlikte düştüklerinde işleri çok daha zor oldu. Borçlarının hafifletilmesi yıllar sürdü ve daha ağır bir kemer sıkma zorunda kaldılar.
24 Ocak 1980 kararlarıyla biri hariç, kademeli olarak, tüm fiyatlar piyasalara bırakılmıştı. Yani mallar, sermaye veya faiz vedöviz. Emek piyasasına gelince durum farklıydı. Orada pazarlık yasaktı. 1980-1987 arası reel ücretler % 60 düştü. Yani kemeri esasen ücretliler sıktı.
Politik süreç normalleşince bir yıl içinde ücretler tavana vurdu. Bu prensipte haklı bir telafiydi ama ekonomi için büyük bir şok demekti. Böylece enflasyon tekrar % 60-80 aralığına sıçradı.
Bu arada bütçe açığı ve bunun para basarak finansmanı nasıl gidiyor bakalım: Bütçe yine açık veriyor ve Hazine Merkez Bankası’ndan avans adı altında para istiyor, Merkez Bankası da parayı basıp veriyor, ama artık iş o kadar kolay değil.
Birinci neden, faizler serbest bırakılmış, artık vatandaş bankada vadeli hesaba iyi faiz alıyor. Vatandaş para cebinde erimesin diye parayı tutmuyor, faize veriyor. Nakitten kaçıyor. Satınalma gücünün elinden çalınmasını, yani enflasyon vergisini kısmen de olsa önlüyor.
İkincisi, vatandaş uyanmış, toplu iş sözleşmesi ve her türlü sözleşmede elinden geldiğince kendini enflasyona karşı korumak için fiyatını arttırıyor. Yani kendini enflasyona endekslemeye çalışıyor.
Bu arada iş dünyası piyasadaki likiditeyi izliyor. Sadece iş dünyası değil, uluslararası finansman çevreleri ve kuruluşlar da para arzına, bilhassa Hazine’nin Merkez Bankası’ndan aldığı avansları yakın takibe alıyorlar.
Faizlerin serbest bırakılmasıyla ilk defa bir finans piyasası oluşmaya başlıyor ve Devlet 1986da bütçeye yeni bir kaynak buluyor: Tahvil ve Bono ihracı. Bu sadece şirketlere değil, vatandaşa da repo yoluyla iyi faiz veren bir araç ve enflasyonau artıran doğrudan doğruya bir etkisi yok.
Bütçe açığının finansmanında gittikçe tahvil ve bono yoluyla borçlanma ağırlık kazanıyor. 1989′da dış sermaye hareketleri serbest bırakılıyor. Böylece dış yatırımcılar ve dışarda parası olan Türkler dövizi getirip bozdurup Devlet tahvili alıyor. Bu giren paraya “sıcak para” deniliyor, ama herkes memnun.
Vatandaş artık döviz hesabı açabiliyor ve kısa zamanda mevduatın yarısı döviz hesabı haline geliyor. Devlet TL faizini düşürmeye kalktığında, para ya döviz hesabına ya dışarı kaçıyor.
Artık bütçe açığını para basarak kapatmak çok zor. Hazine’nin Merkez Bankası’ndan çektiği avans ve neticede nakit arzındaki artış yavaşlıyor….AMA enflasyonda düşme yok!!!!!! Kazanmış olduğu ivme devam ediyor. Başka bir deyimle enflasyon KRONİKLEŞMİŞ. Şirketler ve vatandaşlar bir sonraki dönemde enflasyonun önceki dönemlerdeki seviyesini devam ettireceğini bekliyorlar ve ellerinden geldiğince yaptıkları sözleşmelerde bu beklentilerini karşılamaya çalışıyorlar.
Durum böyleyken ve bütçe açığı devam ederken, Devlet borçlanabilmek için gittikçe daha yüksek bir reel faiz ödemek durumunda kalıyor. Çünkü Türkiye’nin riski artıyor. 1994 te bu denklemi değiştirmek hevesiyle piyasalar hiçe sayılıyor. Devlet tahvil ve bono ihalelerinde düşük faiz vermekte direniyor. Kimse almıyor. Hazine direniyor, borç almıyor ve onun yerine tekrar Merkez Bankası ve Devlet Bankalarının kaynakları zorlanıyor. Para dövize kaçıyor. Ani bir devalüasyonu önlemek için Merkez Bankası döviz satarak direniyor. Döviz rezervleri çabucak tükeniyor. Netice büyük bir devaluasyon ve krizin devamını önlemek için faizlerin tekrar piyasa koşullarına bırakılması. Bu Türkiye’ye pahalı bir ders oluyor. 1994 de GSMH %6 geriliyor.
Nihayet 1997′de Hazine’nin Merkez Bankası’ndan avans alması kanuna bağlanarak tasfiye ediliyor. AMA enlasyon iyice yapışkanlaşmış, % 60-80′lik platosunda devam ediyor.
Bu arada yüksek faiz ve iç ve dış sıcak para saadet zincirine devam ediyor. 1997 de Uzak Doğu mali krizi sarsıyor dünyayı ve tüm kalkınmakta olan ülkelerden para çıkışları oluyor. Paranın TL de durması ve dövize ve dışarı kaçmaması için daha da yüksek TL faizleri gerekiyor. Şirketler yatırım yapmıyor, parayı tahvile, repoya koyuyor.
Tekrar kemerler sıkılıyor. Memur ve emekli aylıkları düşüyor, sosyal harcamalar ve altyapı yatırımları duruyor, faiz dışı bütçe dengeleniyor, ama faiz yükü denizin sonunun geldiğine işaret ediyor. 1998 başında enflasyonla mücadele ilk defa içtenlikle öncelik kazanıyor. Daha önceki stabilizasyon programlarına günü kurtarmak için itibar ediliyordu. İşe yaramadılar da değil. Türkiye 30 yıl % 30′la %100 arasında bir enflasyonla – hiperenflasyona gitmeden – bir dünya rekoru kırdı.
Arkasından Ağustos 1998 Rusya krizi. Bu Türkiye’ye daha yakın bir kriz. Hem dış yatırımcı kaçıyor, hem de Rus pazarı, bavuluyla birlikte 10-15 milyar dolarlık bir pazar kuruyor. Artık tek kaynak iç borçlanma. Faizler rekor.
Ağustos 1999 Türkiye depremle uyanıyor. Büyük manevi ve maddi bir kayıp ve bütçeye ek fatura 5-10 milyar dolar. Üstüne bir de Düzce sallanıyor. Artık tüm kesimler saadet zincirinin bittiğini görüyorlar. Herkes aynı sandalda ve sandal sallanıyor.
Buna ilaveten, dış ülkeler ve uluslarası kuruluşların insani tutumu Türkiye’de aşırı gururun yerini akılcılık ve iyi ilişkilere bırakıyor. Helsinki zirvesinde Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı takındığı anlamsız tutumunu düzeltmesi de bunda rol oynuyor.
1999 senesi sonlarında Türkiye tarihindeki en kapsamlı enflasyonla mücadele programını hazırlıyor ve Ocak ayında yürürlüğe koyuyor. İlk defa uluslararası kuruluşların uzmanlarıyla gerçek anlamda birlikte çalışılıyor. İlk defa bankacılık kesimi başta olmak üzere, özel sektör düşük enflasyon ortamında nasıl rekabet edeceklerinin hesaplarını yapmaya başlıyor. Enflasyon düşüyor….
Türkiye yaklaşık 30 yıldır yüksek ve kronikleşmiş enflasyonla uğraşmaktadır.Enflasyonun hesaplanmasında kullanılan endeksleri 4 kategoriye ayırabiliyoruz.
-Toptan Eşya Fiyatları Endeksi(TEFE)
-Tüketici Fiyatları Endeksi(TÜFE)
-Deflatör(GSMH’yı oluşturan tüm mal ve hizmetlerin ağırlıklı ortalama fiyatıdır.)
-Özel sektör kuruluşları tarafından hazırlanan Fiyat Endeksleri
Enflasyonla ilgili değişim,(Deflatör hariç)bir sonraki ayın 3.gününde saat 16’30’da finansal piyasalar kapandıktan sonra DİE(Devlet İstatistik Enstitüsü)tarafından düzenli aralıklarla resmi olarak açıklanmaktadır. Enflasyonda mevsimsellik adını verdiğimiz dönemler vardır. Yani her ayın kendine özgü enflasyon hareketleri vardır. Bir ay, önceki ayı tutmayabilir.Türkiye’de aylık enflasyon yılın ilk çeyreğinde yüksek çıkarken Haziran ve Temmuz aylarında tarım ürünlerinin bollaşması ve dolayısıyla meyve ve sebze fiyatlarındaki ucuzlama nedeniyle düşer, meyve ve sebze ucuzluğunun bittiği Eylül ayında tüketim talebinin canlandığı, yeni sezon mallarının yeni fiyatlarıyla piyasaya çıktığı dönemde ise enflasyon yine yükselmeye başlar.Bu demektir ki; mevsimsellik düşüncesine göre bir ayı önceki ay ile kıyaslamak yerine önceki senenin ayı ile kıyaslamak gerekir.
Şimdiye dek hükümetler seçimlere yüksek enflasyonla girmemek için seçimden önce başta petrol ve enerji fiyatları olmak üzere kamu sektörünün belirleyici olduğu bir çok ürünün fiyatlarına çok fazla zam yapmazlardı. Tabii ertelenen zamlar seçimlerden sonra yapılır ve enflasyon rakamları yeniden yükselmeye başlardı. Maalesef kamu sektörü verimli ve karlı çalışan bir sektör olmadığından dolayı bu zamlar yapılmak zorunda kalınmıştı. Kamu sektöründe verimliliği artırıcı gelişmelere öncelik veren, vergi takip ve tahsilatını gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarabilen ,hazinede toplanan paraların ilgisiz yerlere akıtılmasını önleyen, köklü reformlar yapılmadan ,enflasyon rakamlarında bir iyileşme beklemek yanlış olacaktır. Tabii alınan yeni tedbirler ve çıkan yeni yasalarla birlikte bu pürüzlerin ortadan kalkacağını umuyoruz. Birde hükümetlerin yapması gereken şey tarım fiyatlarını kontrol edemeyeceklerine göre enflasyon hedeflerinde tarım ve petrol fiyatlarından arındırılmış bir fiyat endeksini baz almalıdırlar. Türkiye’de nüfusun genç olması,ülkenin gelişmekte olması ve bununla beraber canlı bir tüketim ortamı içinde bulunulması, özel sektörün kar marjlarıyla daha rahat oynamasını mümkün kılmaktadır, dolayısıyla bu da enflasyonun yükselmesi için başka bir sebep oluşturmaktadır.
Ekonomik program